29 Mayıs 2014 Perşembe

Bizim evimiz..

Benim evim..
Genç bir karı kocanın evi..
4 kişilik bir aile..
Karı, koca, bir çocuk ve bir bebek..
Ha, bir de kedi..
Kedi yaşlanmaya başlamış.. O da evin bir üyesi.. Hatta aileden..
Can’la benim dışımda evimize gelen ilk canlı..
Sağlığı yerinde ama kediler fazla yaşamıyor sonuçta..
Ben kendimi Naz’ın kaybına hazırlamaya çalışıyorum…
Hatta bir çok kişi “ben hayvan besleyemiyorum, öldüklerinde çok üzülüyorum” der..  Ama o güne kadar yaşattıkları mutluluk, karşılıksız sevgi hissi her şeye değmez mi? Hayattan bu kadar da kaçılmaz ki! Ya da üzüntüden..
Ben kendimi Naz’ın gidişine hazırlarken, -ki ona bile daha çok var kafamda- bir sabah en büyük acıyla karşılaştım..
Kalbim öyle fena acıyor ki..
Gerçekten o ilk günlerdeki his değişiyor.. O günlerde yaşanan acıyla, üzerinden 2 ay geçince yaşanan acı çok daha farklı oluyor..
Ama yüreğim sıkışıyor..
O ilk günlerdeki taptaze acı azalıyor da.. Ya özlem? Gözlerimi kapatıp, Ecey’i hayal ettiğimde hissettiklerim bir gün geçecek mi?
“Bir gün acı azalacak, biraz zaman..” diyebiliyordum ama “bu özlem de bir gün bitecek” diyemiyorum..
.
İlk günlerde hemen gidiversem kızımın arkasından, ölüm ne kadar da tatlı bir şeymiş aslında diye düşünüyordum.. Aslında hala öyle düşünüyorum.. O içimde çok büyüttüğüm ölüm korkusundan zerre kalmadı bende ama, normalleştiğimin en büyük kanıtı sanırım “hemen ölmeyeyim, daha yaşayacaklarım var, daha Cem’i büyüteceğim” diyebiliyor olmam..

O kadar karmaşık ki hislerim..
İki ayda toparladık kendimizi diye düşünmeye başlamışken şu günlerde yerlerde sürünüyorum..
Doktorum 6 ay diyor.. Şok, inanamama, kabullenememe, özlem.. Hepsi sırayla yaşanacak.. İnsanlar yaşamış bunu.. Bu iş böyle olacak.. İlk 6 ay çok zormuş..
Evet, şok geçti, olan bitene inandık, hatta zor da olsa kabullendik.. Ama ya özlem?
Özlem dışındakilerin hepsi için zamanla geçecek diyebiliyorken, özlem için diyemiyorum..

Özlemek ne demek?
Yine Ece sayesinde öğrendim.. Keşke gezmek için gittiği yabancı bir memleketten döneceği günü iple çekerken özlem duysaydım, ya da üniversite için başka bir şehre gittiğinde, ya da ne bileyim, mesleği gereği ataması çıktığında, ya da uzaklara gelin gittiğinde..

Senede bir gün görebilseydim.. Ya da iki senede bir.. Üç senede bir de olur.. Dört senede bir.. Beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on..

Birebir görme imkanımız olmasaydı da internetten görüntülü konuşabilseydik.. O da olmuyorsa telefondan sesini duyabilseydik.. O da olmuyorsa iki satır mektuplaşabilseydik..

Ama hiç biri olmuyor.. Olamayacak..
Hepsinden geçtim, rüyamda bile göremiyorum..
Göremiyorum…
Ya da görüp de hatırlayamıyorum…
.
Bizim evimiz..
Genç bir çiftin, biri daha bebek iki çocuklu evi..
Ve tabii bir de kedi..
Çok gücüme gitti, çok zor geldi..
Bizim evimiz cenaze evi olacak bir ev değildi..
Tanımadığımız insanlar taziyeye geldi..
Evde helva pişti, dağıtıldı..
O çok sevdiğim helva kokusu ruhumu acıttı..


Loğusa şerbetinin kokusu hiç gitmeseydi keşke..

O helva hiç pişmeseydi..

Keşke annecim, keşke.. 
"Ben gitmek istemiyorum" deseydin.. :(

26 Mayıs 2014 Pazartesi

Empati

Geçenlerde dolmuş durağında bekliyorum.. Yani, İzmir’de öyle dolmuş durağı kavramı pek yok ama deynekcilerin durak haline getirdiği noktalar var..
Kıbrıs Şehitleri'nin oradaki dolmuş durağında bekliyorum.. Yalnızım.. Dolmuş çabuk geliyor zaten.. Ama buna rağmen 5 dakika olmuş ben oraya geleli..
Derken dolmuş geliyor.. Boş.. Seviniyorum çünkü arka koltukta sıkışmaktansa ön koltukta tek başıma oturmayı tercih ederim.. Ve o boş “ön koltuk” benim hakkım..
Dolmuş hemen önümde duruyor.. 
Sarışın, dünyanın kendi etrafında döndüğüne inandığını düşündüğüm 45 yaşlarında bir kadın adımlarını hızlandırarak geliyor ve ellerimiz aynı anda ön kapının koluna gidiyor.. Sesimde, “çok pardon ama ilk ben geldim, bekliyordum ve ön kolduk benim hakkım” tonlamasıyla kapının koluna daha sahiplenici bir hamle yaparak “afedersiniz” diyorum. Bence sesim hem nazik, hem de hakkımı yedirmeye niyetimin olmadığını gösterir bir tonda..
Kadın yüzüme bile bakmadan, nefret dolu bir tonlamayla, hatta “sen kim oluyorsun?” dercesine “arkaya geçer misiniz!” diye kükrüyor..
“Zaten acım var, sıçarım senin şarap çanağına, geç arkaya, bu koltuk benim hakkım” diyerek saçından tutup arkaya çekesim geliyor kadını.. Hem de öyle böyle değil.. Biri kavga çıkarsa da haklı haksız bir stres atsam sanki rahatlarmışım gibi bir haldeyim zaten…
Tek bir laf etmeden geçiyorum arka koltuğa ama sinirimden yanaklarımın kızardığına eminim.. Kadının tek bir laf daha etmesini bekliyorum.. Tek bir laf daha etse bütün hıncımı ondan çıkartabilirim.. Terbiyesizdi. En azından iki laf etmeye bile hakkım vardı ama sinir bozucu laf dalaşına halim yoktu.. Zaten o yüzden susmuştum..
Yolda kendimi sankinleştirmeye çalıştım.. “Belki de onun da bir derdi vardır” diye düşünmeye çalıştım.. Belki onun da benim kadar büyük bir derdi vardır ama o daha memnuniyetsiz bir insan olduğu için bu şekilde davranıyordur..
Ne olduğunu bilmeden empati kurmak..
“Belki de…” diyerek kendini karşısındakinin yerine koyabilmek..
Biliyorum.. Muhtemelen yanlış gelişmiş karakteri ve süper ötesi egosu yüzünden bu şekilde davrandı bana.. İnsan yerine bile koymadı.. Yüzme bakmadan yaptı yapacağını..  Ama belki de çok çok büyük bir derdi vardı.. 
Boş verdim..
.
.
Bugün kuaföre gittim.. Yıllardır kızıl olan saçlarım artık kahverengi, önünün uçlarında da çok az bir sarılık var.. Canım değişiklik istediğinden değil, artık kendi bakımım için pek vakit harcayasım gelmediğinden..
Kuaförde orta yaşı baya geçmiş, fazlaca bakımlı, iyi niyetli ama haddini bilemeyengillerden bir bayan..
Hep var zaten onlardan.. O yüzden de kuaförde vakit geçiresim pek yok artık..

-İyi yanmamış senin saçların bugüne kadar.
-Bence güzel saçın, boyatma, birden çok yıpranabilir.
-Önlerini kızıl bırak bence.
-Senin saçların zaten kısa, neresine sarı attıracaksın? Olmaz ki.

Hepsine de gülümseyerek cevap verdim.. “Ferit bilir ne yapacağını.” Dedim.. 
Ferit kuaförüm.. Zamanla arkadaşım gibi oldu.. Oradaki diğer herkes gibi..
“Ay ben de görmek istiyorum” diyerek gitmedi kadın saçları bitmiş olmasına rağmen.. Hem haddini bilmez hem meraklıgillerden..
Ferit eline fön makinesiyle fırçayı aldı, “aman Ferit, fön çekmeyeceksin di mi?” diye sordum.. “Yok ya, bayan görsün de gitsin" diye fısıldadı..

“Ayy güzel oldu canım.. Güle güle kullan” dedi kadın..
“Çok teşekkür ederim, size de sıhhatler olsun” dedim artık gider umuduyla..
“Mutsuz kadınlar çok oynarmış saçlarıyla” dedi susmayı beceremeyengillerden olan bayan..
“Hıhı evet” dedim içten gülümsemeye zorlayarak kendimi..
“Hayatım güzelliğine bak, gençliğineee bakkk.. Hayatın güzel yanlarını görmeye çalış.” dedi sanki o ana kadar somurtuyormuşum gibi..
“Benim bir buçuk yaşındaki kızım ölmüş, kusura bakmayın ama göremeyeceğim şu an hayatın güzel yanlarını” dedim aslında görebiliyor olmama rağmen.
Dedim, gider sandım.. Belki bir özür diler, baş sağlığı diler de, yaptığı patavatsızlıkları fark edip uzatmadan gider, bu da ona genç bir annenin verdiği ufak bir ders olarak kalır diye umdum..

Gitmedi..
“Ayyy canım benim… Neden?!!” diye uzattı.. Uzatması yetmedi devam etti..
“Olsun bak gençsin, yine yaparsın!”

Ah be teyzecim be.. Gelmişsin 70 yaşına, hiç mi böyle bir durumda ne dememen gerektiğini öğrenememişsin? Susmak acı paylaşmanın en güzel hallerinden biri değil midir bazen?
Sanki çeyizimden kalma yemek takımımın bir parçası kırılmış da yenisi alabilirmişim gibi söylemeseydin keşke..

Ben bilmiyor muyum genç olduğumu? Ben bilmiyor muyum çocuk doğurabileceğimi?
Biliyorum, iyi niyetliydin ama "yine yaparsın" demek yerine, "belki bir çocuğun daha olur, size iyi gelir, teselli olursunuz" da diyebilirdin..

Sanki benim derdim “çocuk sahibi” olmak! 
Benim kızım gitti kızım! Bir buçuk yaşındaki, güzeller güzeli, sarılan, öpen, yemeğini bile kendi yemeye başlamış, baba diyen, mama diyen, hatta çişini bile söylemeye başlamış kızımdan bahsediyorum..
.
O konuştu konuştu gitti.. Densizlik ettiğini fark etmedi..
Muhabbet etmeye pek hevesli olmadığımı hissedemedi. Uzatmaması gerektiğini bilemedi.. Hayat dersi vermek istedi ama veremediğini, genç birisinin de dersini almış olabileceğinden ders veremeyeceğini bile fark edemedi.. Çok iyi niyetliydi.. Ama yeterli değildi.. Yaptığı tek şey yara deşmek oldu.. Onu bile göremedi..

Karşındakinin yaşadıklarının ne olduğunu bilmeden, hatta bir şey yaşamış olup olmadığını bile bilmeden “ya yaşamışsa” diyerek empati kurabilmek çok önemli.. 
Hoş görmek.. 
Karşındakini hoş görmek de çok önemli, boş verebilmek de.. İç çekip geçebilmek de..


Bazen empati yapıp susmak lazım, bazen de yabancılarla yaptığın ufak sohbetleri fazla uzatmamak..
Her şeyin fazlası zarar..
Muhabbetin bile..

O yüzden saçlarım artık kahverengi.. 
Şimdi biraz sessizlik.. En azından ben tekrar isteyene kadar..

23 Mayıs 2014 Cuma

Fazla

Gözümü kapattım..
Başımı dükkan masasının üzerine dayadım..
Halim yok..
Zor geldim dükkana kadar, yolda gözümü zor açık tuttum..
Kahvemi de içtim, işe yaramadı..
.
Yine bir Cuma..
Her Cuma böyle mi olacak bana?
Halim yok...
Gücüm, kuvvetim yok..
"Yaşasın bugün Cuma!" sevincini tekrar yaşayanlara katılabilecek miyim merak ediyorum..
.
Sabahtan beri bir sıkıntı içimde..
Hava da bir değişik..
Sıcak ama boğucu..
Güneşli ama kapalı..
Benim gibi..
.
Isınan hava bir yandan mutlu ediyor ama bir yandan da sanki üzerime bir yük yüklüyor..
Güneş var varmasına ama sanki yağsa rahatlayacak..
.
İçimden neler neler geliyor..
Neler neler..
Ama ben bile anlatamıyorum kendime..
Derdimin ne olduğu belli ama..
Aynı zamanda sanki yeni eklenenler de varmış gibi tazelikte acı hissi..
Sanki sil baştan yaşıyorum her şeyi..
.
Meleklerim yardımcı bugün bana biliyorum..
Aslında o yüzden çok daha iyi olmam lazım..
İş yapasım yokken bugün, tahammülüm pek yokken, sorunlar fazla üst üste gelmişken..
İşi bir kenara bırakıp kafam dağılsın diye bir oyun açtım internetten.. 5 defa oynama hakkım vardı..
5 hak bana yetmez diye geçirdim içimden..
Oynadım 5 hakkımı.. Hemen bitti..
O anda bir pencere açıldı "2 saatlik sınırsız oynama hakkı!"
Gözlerime inanamadım..
Aptal aptal ağladım..
Saçmalamaya başladım..
.
Her şey bana fazla geliyor şu ara..
Gündüzleri hava "fazla" sıcak..
Geceleri "fazla" serin..
Gördüklerim çok fazla Ecey'i hatırlatıyor bana..
Nereye baksam melek kanatları var..
Takıntılı hale mi geliyorum yavaş yavaş yoksa sadece algıda seçicilik mi?
Gülmek sanki "fazla" bugün bana..
Özlemim çok fazla..
Alsa biri beni karşısına "hadi anlat, sadece dinleyeceğim" dese, anlatacak hiçbir şeyim yok..
Zaten anlatıyorum..

"Yaz" dedi biri bir gün bana..
"Yazıyorum zaten" dedim..
"Öyle edebiyat yapma, içinden geleni yaz, küfür et gerekiyorsa" dedi..
"Hıhı.. Peki.." dedim..
Yok ama yok.. Gelmiyor içimden..
Küfür edesim yok..
Öyle bir öfkem yok çünkü..
Öfke yok içimde..
Sadece çaresizlik var..
Ona da edecek küfürüm yok..

22 Mayıs 2014 Perşembe

Bir gerçeğin görülür kanıtı...

Ertesi sabah, Pazar sabahı erken uyandım..
Daha Cem ve Can uyuyorlardı..
Tekrar gittim Ece'ye..
Aslında gitmeden önce iki kere düşündüm..
Bu kadar sık giderek duygularımı mı köreltmeye çalışıyorum yoksa gerçekten Ecey'le dertleşmek iyi mi geldi?
Bilmiyorum..
.
Bu sefer yolu daha rahat yürüdüm..
Büyük bir bidon yerine küçük bir şişe su aldım yanıma..
.
Yine tutamadım göz yaşlarımı ama daha iyiydim bu sefer..
İlk sefer zordu, ikinci sefer daha kolay geldi..
Galiba..
Yine gittim yanına oturdum..
Konuştum biraz..
Az ağladım..
.
Fotoğrafını çektim..
Bir yanım o son günkü fotoğrafından sonra yeni fotoğraflarını çekemeyecek olmayı kabul etmek istemiyor..
Ben yine Ece'nin fotoğraflarını çekmek istiyorum..
Bunu çok istiyorum..
"Bana bak annecim! Ece bi bak! Eceee baksanaa!! A aaa!!! Bak Ece bak! Bu da ne?"
Ecey, Cemik gibi değildi.. Cemik ne kadar çok poz verirse Ece de o kadar vermezdi..
Cemik'in çektiğim fotoğraflarına bakıyorum.. Gözü hep objektifte.. Göz bebekleri hep gözlerimde sanki.. Fotoğrafları gerçek gibi.. Bana bakıyormuş gibi..
Ecey hiç bakmadı.. Hep kandırarak çekebildim fotoğraflarını.. Çoğu da bu yüzden bulanık..
Şimdi fotoğrafını çekmek istediğimde kaçmıyor..
Yüzünü çevirmiyor..
Keşke kaçabilse..
Keşke bir tek poz için dakikalarca uğraştırsa beni..
Öylece durmasa..
.
İlk haftalarda "gittin mi yanına?" diye sorduklarında "hayır" diyordum..
Nasıl giderim? Gitsem, nasıl geri dönerim?
Yanına oturmak yetmez, uzanıversem nasıl kalkarım?
.
Sonra "git, kabullenmene yardım eder" dediler..
Uzun süre yine gidemedim, gitmek istemedim.. Aslında gitmek istememekten değil, dönmek istemeyeceğimden gidemedim..
.
Şimdi son çektiğim fotoğrafına bakıyorum..
Ne kadar gerçek..
İçimde bir yer kabul edemese de, ne kadar doğal..
Acı ama.. Güzel bile.

20 Mayıs 2014 Salı

Hoşçakal

Şunu fark ettim..
Ben bencil değilim..
.
.
Hayatım boyunca hiç bencil olamadım..
Hep karşımdakini kendimden daha çok düşündüm..
Aman kimse üzülmesin, kimse kırılmasın..
Hatta o üzüleceğine ben üzüleyim.. Ben nasılsa atlatırım, hallederim..
Ben yiyeceğime o yesin, içeceğime o içsin..
Ben kazanacağıma o kazansın..
.
Hep karşımdakini düşündüm..
Hiç halim olmasa da otobüste kendimden yaşça az büyük biri bile olsa karşımdaki, yer verdim.
Hatta hamileyken bile halimi unutup yer vermeye kalktığımda, "yok kızım, sen otur, hamilesin" dediler..
"Hakikatten" dedim kendi kendime.. "Hakikaten, şimdi bana yer versinler".. Ama yine de içim rahat alamadım yerlerini..
.
.
Hafta sonu Ildırı'ya gittik.. Hatta Cumartesi günü işleri boş verdik, hovardalık yaptık.. Bastık gittik..
Cemik yolda uyudu.. Can "Cem uyurken Ece'ye uğrayalım mı?" dedi.. "Olur" dedim ama pek de gönüllü değildim.. Hatta hemen arkasından "ayrı ayrı gideriz; bir ben giderim, sen Cem'le kalırsın, sonra sen gidersin, ben Cem'le kalırım.. Zaten çiçek toplamam lazım".

Cemik uyandı bakkaldan bir şeyler almak için durduğumuzda..
Eşyaları eve attık, hemen bahçe makasını alıp daldım çiçeklerin arasına.. Dedemin bembeyaz açmış zambaklarından topladım.. Biraz da sardunya..
Bir bidon da su doldurdum, Can'a "ben gidip geleyim" dedim ve çıktım..
.
.
İstemedim Can yanımda olsun.. Çünkü biliyorum, tutardım kendimi, istediğim gibi davranamazdım.
Çıktım bahçeden, hafif yokuş yoldan tırmanmaya başladım.. Hem bir an önce varayım istiyordum, hem de varınca neler hissedeceğimin korkusu vardı..
Yolda bir iki çiçek daha gördüm, onları da koparmak istedim.. Kopmadı..
Koparmaya uğraşmadım.
5 dakika kadar yürüdükten sonra gördüm mezarlığı..
Ece yola yakın.. Çiçekleri görünüyordu..
.
.
Mezarlığın olmayan kapısından adımımı atınca, göz yaşlarım akmaya başladı.. Konuşmaya başladım kızımla..
Öyle başka ki.. Evde kızımla konuştuğum haliyle o kadar başka ki.. Sanki Ece gerçekten yanımda..
"Ece, ben geldim annecim!"
Çok ağladım..
Hep ağladım..
Duramadım..
Bıraktım çiçekleri, suyu bir kenara, oturdum yanı başına..
.
Ben daha önce hiç bir cenazenin toprak altına yatırılışını görmemiştim.. Bilmiyordum..
Ali dedemin definine gitmiştim ama o zaman da Cem'e hamile olduğum için pek yaklaştırmamışlardı beni..
Ama kızımı ellerimle uzattım ben mezara.. Babasına ellerimle verdim.. Babası yatırdı onu toprağa..
Yan yatırdı, "yüzü toprağa dönük olacak" demişlerdi.. Biliyordum o yüzden başı nerede, yüzü nereye bakıyor..
Sevdim toprağını..
Ece Okur yazısına baktım..
Doğum tarihi.. Ölüm tarihi..
Ruhuna Fatiha..
.
Konuştum kızımla uzun uzun.. O her şeyi görüyor, hissediyor ama ben anlattım olan bitenleri.. Gittiğinden beri olanları.. Onu ne kadar çok özlediğimizi.. Abisini anlattım.. Kendimi anlattım..
Çok ağladım..
"Üzülme ağlıyorum diye" dedim.. Yine karşımdakini düşündüm.. Onu düşündüm..
Karşımdakini düşündüm.. Ece karşımdaydı sanki..
Mezarlıkta tek başıma olmama rağmen yine tuttum kendimi..
Yine bencil olamadım..
.
Topladığım çiçekleri zor sığdırdım su dolu saksılara. Daha önce annemlerin gelip koyduğu çiçekler dipdiri duruyorlardı.. Bir tane bile çiçek kurumamış, hatta benim topladıklarımdan bir farkları bile yoktu..
Sularını tazelerim.. Kalan suyu da toprağına döktüm..
Sanki saçlarını yıkıyormuşum gibi hissettim..
Sanki banyo yaptırıyormuşum gibi..
Hava da sıcaktı..
Serinlesin istedim..
.
Arkamı dönüp çıkamadım mezarlıktan..
Arkamı dönemedim kızıma..
Bir yanım "orada yatan aslında Ece değil" dedi, bir yanım da "ellerinle koydun ya, Ece işte!" dedi.
Dönemedim arkamı..
Geri geri çıktım mezarlıktan..
"Hoşçakal" dedim hatta çıkarken..
Yine geleceğim...

16 Mayıs 2014 Cuma

Yazık, günah!

Bilmiyorum algılarım mı çok açıldı, yoksa iyice hassaslaştım mı? Yoksa bilmediğim bir araz mı var bende ama... Sesler duyuyorum sürekli..
Kulağımda ara ara bir vızıldama.. Minik çığlıklar.. Sanki hiç durmadan birileri yardım istiyor..
Rüyalarımda sürekli birilerine yetişmeye, yetmeye çalışıyorum.. Terliyorum..
İçten içe çığlıklarımı duyuyorum.. "Dayan, dayanın! Az kaldı! Yapabiliriz!"
Uyandığımda hep ağlamaklıyım.. Hiçbir şeye yetemiyorum çünkü.. Bir şeyleri çok istiyorum ama elimden gelmiyor..
.
Yüreğim yanıyor.. İçim acıyor.. "Kendi derdim bana yeter" dediğim, hiçbir şeyi kafaya takmamaya çalıştığım günleri yaşarken içim başka hayatlar için de yanıyor.. Kavruluyor..
"Yazık" diyorum, "günah"..
Diyorum ki, "bu bir kader olamaz". Kızanlar var, "Sen Allah'tan doğrusunu mu bileceksin?" diyorlar..
Ama sen al önlemini, Allah sana akıl vermiş, yetenek vermiş, kullan! Sana emaneten bir can vermiş, iyi bak ona.. Ama sadece sana ait olan cana değil, karşındakinin de canına iyi bak! Onun da vebali var sende! Sorumluluğu var.. Yoksa sana neden "yardım et, komşun açken sen tok yatma" desin?
Her ölüm kaderden mi? Mesela intiharın yeri var mı bizim dinimizde? İntihar edenin arkasından "Allah affetsin" denmez mi? "Kader" mi denir?
O yüzden bu duruma da kader deyip geçemiyorum..
.
Ben bir gün bile isyan etmedim!
Yine isyanım O'na değil!
Benim isyanım sorumsuzluklara, işini doğru yapmayanlara, insan canını hiçe sayanlara, umursamayanlara, kazalara yol açanlara, "ölüm bu işin kaderinde var" diyenlere, insandan korkanlara, sarılmaktan çekinenlere, yüzleşmekten korkanlara, doğruları saklayanlara, yalanların arkasına saklananlara, kandıranlara, inançları kullananlara, hatasının arkasında durmayanlara, yaşamın amacını anlamak istemeyenlere, korkaklara, sinsilere, insan kılığında gezip de insanlıktan nasibini alamamışlara..
.
Yazık, günah!

Not: Ben siyaset yapmıyorum.. Siyasetten de, körü körüne fanatizmden de nefret ediyorum. Ama çıkarlar uğruna hayatların tehlikeye atılmasından tiksiniyorum. Baştaki A partisi olur, B partisi olur, umurumda değil. Yine düşüncelerim değişmez. Kendi adaletimize inancım pek kalmadı ama ilahi adalete sonuna kadar inanıyorum. Hem bu dünyada hem öbür dünyada verilecek hepsinin hesabı inşallah.


14 Mayıs 2014 Çarşamba

Ölüm, bir işin kaderinde olamaz! #SOMA

Anneler günü, geldi gitti..
"Şimdi sana çok zor" diyenlere "Benim için neden zor olsun ki? Annesini kaybedenlere daha zor" diyordum.
Hala daha öyle diyorum aslında.. Annesini kaybedenlere çok daha zor gelmiştir anneler günü..
Ama bana da zor geldi.. Bu kadar zor geleceğini beklemiyordum aslında ama zor geldi.


Anneyim ben.. 
Hem Cem'in hem Ece'nin annesiyim.. Hatta bazen Nazo'nun bile annesiymişim gibi hissediyorum..
Cemik'im okulda erken kutlama yapmıştı bana anneler günü için, öğretmenlerinin teşvik ve dürtmesiyle..
Pek de farkında değildi olan bitenin.
Aslında en güzel hediyeyi verdi bana.. Kendi elleriyle (!) hazırladığı hediyesiyle..
Gerçi farkında değildi verdiği hediyenin sebebinin.. Neden öğretmeninin kulağına "hadi annene ver" dediğinin..
Henüz onun için anneler günü hediye alınması, verilmesi gereken bir gün değil.. Anneler günü diye bir gün bile yok aslında onun için. Henüz tüketimin artması, kapitalizm denen canaforun karnının doyması için uydurulan bu günün aleti değil..
Onun "seni çok seviyorum annecim" dediği her gün bana anneler günü...
Yani her gün bana anneler günü..


Ece de kutladı benim anneler günümü..
Hiç tanımadığı Duygu ablası aracı oldu ona..
Belki "seni çok seviyorum" diyemedi, birilerinin desteğiyle hazırladığı herhangi bir el işini veremedi ama kutladı.. Zaten kendisi bir hediyeydi bana..

Birçok kişi kutladı anneler günümü.. Çoğunun da dileği Ecey'in rüyama gelmesiydi ama olmadı..
Demek ki hala daha zamanı gelmedi..
.
.
Dün Soma'da olanlar içimi yaktı.. Yüzlerce insan, yüzlerce can gitti..
Ben, kızımın gidişi için ne kadar "kader, yazı, ecel" diyebiliyorsam, o insanlar için de o kadar DİYEMİYORUM işte !
Ölüm, bu işin kaderinde olamaz!
Ölüm, bir işin kaderinde olamaz!
15 yaşında bir çocuğun orada işi, hiç olamaz!
Yazıklar olsun!
.
Allah babasız kalan çocukların, eşsiz kalan kadınların, çocuksuz kalan anaların babaların yardımcısı olsun..
Allah gidenlere rahmet eylesin.
Sebep olanlar da, kayıtsız kalanlar da, "aman üzerime kara bulaşmasın" isteyenler de hem bu dünyada hem öbür dünyada hesabını versin inşallah..


8 Mayıs 2014 Perşembe

Zamana destek olmak lazım..


"Selfie"lerin en güzeli değil mi?
^_^
.
.
Kendime sürekli bir uğraş arayışındaydım ya..
Saatler dolsun, zaman geçsin gitsin..
Bugüne kadar değerlendiremediğim bir fırsatı değerlendirdim..
.
Ece'nin gittiği ilk günlerde korkunç bir enerji hissediyordum kendimde..
Korkunç derken.. Patlamak üzere olan ama bir türlü patlayamayan bir enerji..
Sanki sıkışmış kalmış..
Ya da ne bileyim.. Elinden kaçıverecek ağır bir yük gibi..
Nasıl anlatsam?
O ağır yük benmişim de, uçurumdan düşmek üzereyken bir dalı yakalayıp tutuvermişim gibi..
Dal beni taşıyabiliyor, kuvvetli. Ama kendim, elimden kayıverecekmiş gibi.. Dal kayıyor elimden yavaş yavaş.. 
Kaslarım yanmaya başlıyor. Düştüm mü fena..
Kolumu bacağımı kırar, kafamı gözümü yararım..
Düşmemem lazım..
Düşmüyorum da..
Kurtuluyorum.. Son bir kuvvet, asılıp çekiyorum kendimi yukarıya.. Tırmanıyorum..
Ayağa kalkıyorum..
Hem kurtuldum diye seviniyorum bir yandan, diğer yandan da kolumun acısı ağlatıyor beni..
Bedenim rahatlıyor biraz, ruhumda bir korku kalıyor.
Kolumdaki kaslar yanmaya devam ediyor..
Öyle acıyor, öyle acıyor ki, yumruk atabilsem bir yerlere, yumruğun acısıyla diğer acı azalsa...
Ya da bağırsam avaz avaz geçecek.. Ama yok tek bağırmakla da geçmez..
Ya acı geçene kadar bağıracağım ki ona da nefes yetmez, ya da o acı enerjiyi başka bir yolla bırakacağım..
.
Ece'nin gittiği o ilk günlerde beynim delicesine çözüm ararken birkaç yol sundu bana..
"Ya yoga yapacaksın becerebilirsen, biraz sakinleşeceksin; ya kendini dağlara vurup halin kalmayana kadar koşacaksın, avaz avaz bağıracaksın, kalan tüm enerjini boşaltacaksın; ya gidip buz gibi havuza dalacaksın, kendine geleceksin, çivi çiviyi söker; ya da her şeyi zamana bırakacaksın, olduğu kadar olacak." 
-Hadi Elif seç!
Kendimi çekip de yukarıya tırmanmayı başardığım andaki yanma hissinin eşlik ettiği yorgunluk öyle büyüktü ki.. Zamana bırakmaya karar vermiştim..
Ama olmuyor..
Zamana destek olmak lazım.. Tek başına işi zor..
.
Dün platese başladım.
Gruba dahil olduğumda sanki herkes beni etrafına alacak "hoşgeldddiinnn Eliffff" diyerek sarıp sarıp sarmalayacak gibi hissetmiştim..
Bir günde karar verdim, bir günde dahil oldum..
Yanılmamışım..
Hem yoga yapıyormuşcasına sakinleştim, hem kendimi dağlara vurmuşcasına enerji harcadım..
Ben oraya spor yapmaya değil, terapiye gidiyorum..
İyi geldi..


7 Mayıs 2014 Çarşamba

Bir Bahçe..

Anneannemin doğumgünüydü ayın 5i. Biz hiç unutmayız o yüzden Hıdrellezi, çifte kutlama yaparız..
Bu sene bir gün rötarla toplandık yine bütün aile anneannemin pastasını kesmek için.
Dün..
Eve dönerken de anneannemin video kaset oynatıcısına ve onlarca beta max video kasetine el koydum.
Tchibo'dan bir aparat almıştım 3 yıl kadar önce, bu eski videoları bilgisayara aktarmaya yarıyor..
Bu geceden itibaren kasetleri dijital ortama almaya başlayacağım, böylece kasetlerin ömrü bitse de dijital ortamda da hatıraları yaşatmaya devam edebileceğiz..
.
Dün gece saat 11'i geçiyordu eve geldiğimizde.. Can'a "çok uykun yoksa kurar mısın videoyu, biraz bakalım" dedim.. Kurdu.. Kasetlerden birini taktık, sonuna kadar izlenmiş zamanında, başa sardık..
.
Görüntüde ben.. Muhtemelen 5-6 aylığım.. Ildırı'da annem altımı değiştiriyor.. Babam kameraya çekiyor..
Annemin tarzı hiç değişmemiş, nasıl ki Ece'yi Cem'i hunharca, hırpalayarak seviyorduysa beni de öyle mıncıra mıncıra seviyor.. Nasıl gülüyorum.. Babam arada bana sesleniyor.. "Eliff, babasının güzeliii". Dönüp ona bakıyorum.. Gerçi önce sesin geldiği yönü bir ıskalıyorum ama sonra yakalıyorum babamı, ona da gülücükler saçıyorum..
Ben ben değilim de, sanki Ece.. Benmişim gibi değil de, gerçekten Eceymiş gibi izliyorum görüntüleri..
Sonra bahçeye çıkıyoruz..
Dedelerim satranç oynuyorlar.. Hatırladığım kadarıyla bir araya geldiklerinde hep satranç oynarlardı.. Babaannem de orada.. Bebek arabasında da Ece..
Muhtemelen şimdi de öyle.. Babaannem, dedelerim ve meleğim yine bir bahçedeler.. Dedelerim satranç oynuyordur, babaannem de Ecey'i mıncıklıyordur.. Daha güzel bir bahçedir muhtemelen.. Ecey ördeğim de kat kat giyinmemiştir.. Tiril tiril bir elbise vardır üzerinde.. Kanatları var mıdır acaba? Yoksa da rengarenk tokaları vardır.. İstediğinde koşuyor, istediğinde uçuyordur.. Sonuçta o melek, kanatlara bile ihtiyacı yoktur orada.. Uçmayı istemesi yeterdir belki de..
Babaannem beni anlatıyordur, "aynı senin kopyandı, sen o zamanları bilmezsin tabii" diyordur.. Ecey de beni anlatıyordur babaanneme "sen de bu hallerini tam bilmiyorsundur" diyordur..
Cem'i, Can'ı anlatıyordur.. Babaannem bizi biliyordur belki de ama bir de Ece'nin gözünden dinliyordur bizi..
Güzel vakit geçiriyorlardır..
Kesin..
.
Ildırı..
Çocukluğumun en güzel anıları..
Galiba o yüzden istedim Ecey'imin emaneti Ildırı'da dinlensin diye..
Oradaki bahçe..
Belki de orada, "ben Eceyken" yaşadıklarım.. Kim bilir?
Sadece ve sadece mutlu anılar..
Huzur..
Yine gittiğimde huzur devam etsin diye..
Şimdi hayalimde Ece hep bahçelerde..
Hem de en güzellerinde..


6 Mayıs 2014 Salı

Ne dilesem ki?

Dün dolu dolu bir gündü..
Bahar geldi..
.
.
Cemik'in okuluna gittik.. Anneler günü ve 23 Nisan için ara bir tarih seçerek küçük bir gösteri düzenlediler okullarının bahçesinde.
Cemik yine Cemikliğini yaptı..
Bütün arkadaşları şarkılara, danslara eşlik ederken Cemik bir koro şefi misali onları izledi.. Canı istediğine katıldı.. İstemediğine kılını kıpırdatmadı..


Yaşları daha çok küçük olduğu için hepsinin katılımını beklemiyorduk zaten..
Ama aralarından biri, çok ağladı çimden sahnelerine çıkmadan önce.. Zorlamadı öğretmenleri onu.. Kenardan arkadaşlarını izledi.. Çocuğun hem yaşı küçük, hem de Türkiye'ye yeni gelmişler.. Türkçe çat pat anlıyor, henüz konuşamıyor bile.. Çekinmesi o kadar normal ki..
Gösteriden sonra annesinin ağladığını gördüm.. Sınıf öğretmeni "üzülmeyin" diyordu.. Kadın "hiçbir katılımını göremiyorum" diye üzülüyordu.
Yanına gidip "Üzülmeyin.. Elbet bir gün o da katılacak, şarkı söyleyecek. Bakın benim kızım gitti, ben de onun şarkı söylediğini, arkadaşlarıyla her hangi bir gösteriye katıldığını, dans ettiğini göremedim. Ve hatta okula bile gittiğini göremedim. Hatta ve hatta hiç arkadaşı bile yoktu daha.. Öğretmeni olamadı. Çocuk tiyatrosuna gidemedi. Sinemaya gidemedi. Okula gideceğim ya da gitmeyeceğim diye tutturamadı. Okul kapısından bana el sallayamadı. Ya da servise binerken.. Arkamdan dudak büktüğünü göremedim. Ya da bir şarkıyı söylemeyeceğim diye direttiğini.. Uyumayacağım, yemeyeceğim, kalkmayacağım, gitmeyeceğim, yapmayacağım, etmeyeceğim dediğini göremedim..Ve göremeyeceğim.. N'olur ağlamayın, üzülmeyin." demek istedim..
Ama demedim tabii.. Bıraktım böyle ufak şeylere üzülsün.. Ve dilerim hayatta hep böyle ufak şeylere üzülsün..
.

Dün Hıdrellezdi..
Çocukluğumdan beri hiç sektirmeden dilerim dileğimi..
Bu sene de aldım elime kağıdı kalemi.. Ne dilesem diye düşündüm..
Ne dilesem ki?
Benim de hala dileklerim var. Olmayanı dilemek değil de var olanları koruyabilmek için dileklerim var daha çok..
Bu hayattaki kötülüklerden koruyabilmek için..
Zaten kötülük dediğimiz de bu hayatta..
.
Dün sanki bahar geldi..
Ay olarak çoktan geldi, mevsim neredeyse yaz. Ama benim için sanki bahar anca geldi..
Hatta hala hafif bir serinlik olmasına rağmen kışlıkların tamamını kaldırdım..
Yazlıkların hepsini çıkardım.
Ütü yaptım.
Evet, evi de toparladım dün biraz..
Gece de salonda sızmak yerine, yatağa gidip yattım..
Belki iyi bir uyku çekemedim ama...
Sabah rahat uyandım..
.
Ece varken hayat ne kadar güzeldi diye üzülüyordum.. Her şey ne kadar da güzeldi..
Hayat -en azından şimdilik eskisi kadar olmasa da- hala güzel..
Çünkü ben artık meleğimi daha çok yanımda hissediyorum..
Evet çok özlüyorum, keşke yanımda olsaydı, bir kez daha görebilseydim, koklayabilseydim diyorum ama artık o kadar da uzaktaymış gibi hissetmiyorum.
Öyle ya da böyle..
Daha çok hissediyorum Ecey'i..
Sanki karnımda taşıdığım zamanki gibi.. O zaman da sevip okşayamıyordum, kucaklayamıyor, koklayamıyordum ama oradaydı..
Ecey ördeğim yine oralarda bir yerde..
Biraz bende, biraz babasında, biraz kardeşinde..
.
.
Neyse..
İyi yürekle dileyen herkesin dileği gerçek olsun..

5 Mayıs 2014 Pazartesi

Büyük bir yük kalktı üzerimden..

Cumartesi Cemik'le evdeydik..
Biraz evi toparlarım diyordum ama bildiğin bütün gün yaydım yattım..
Ev evlikten çıktı, itiraf ediyorum..
Ama kendime söz, bugün biraz derleyip toplayacağım..
.
Cumartesi iyiydim, galiba Cemik de bunu hissetti, benimle konuşmak istedi.
Cemik'i giydiriyordum..
Altında donuyla şımardı şımardı, attı kendini yatağına, "uyuyacağım ben" dedi.
"Hadi uyu bakalım uyuyabiliyorsan" deyip gıdıklamaya başladım..
Sonra birden "anne Ece çok ağlıyor" dedi. 
Sınıfında da bir Ece var, ondan mı bahsediyor acaba diyerek "okul arkadaşın Ece mi?" diye sordum.
"Hayır hayır, benim kardeşim Ece!" dedi..
"Ağlamıyor annecim nereden çıkardın?" dedim..
"Ağlıyor, doktora gitti o" dedi..
O ilk haftaki Cemik'le olan konuşmamızın fazla havada kaldığını biliyordum.. İyi oldu sorduğu diye düşündüm..
"Hayır annecim Ece çok mutlu, zaten doktorda değil ki." dedim.
"Nerede peki?" diye sordu. "Çoookk güzel bir yerde" dedim gülerek.. 
"Ama neden?" diye sordu. "Gitmeyi çok istedi, o yüzden. Doktorda değil ama, çook güzel bir yerde, ve hiç ağlamıyor, çok mutlu annecim." dedim..
Konuyu kapatabilirdim ama içimden bir ses "Özlüyor musun kardeşini?" diye sor dedi. Ben de sordum..
"Evet, özlüyorum." dedi.
"Biz de özlüyoruz." dedim..
"Gelsin" dedi.
"Ece artık gelmeyecek annecim" dedim.
"Ben babama söyleyeyim, gelsin." dedi.
"Annecim artık Ece gelmeyecek, bak yatağı da yok artık, eşyaları yok, hem gelse nerede yatacak? O mutlu merak etme sen" dedim..
Yatağını göstererek "burada yatsın" dedi..
Daha fazlasına cesaretim olmadığından gıdıklamaya devam ettim..
Baktı baktı bana, "Ece bir daha gelmeyecek di mi anne?" dedi hafif gülümseyerek.. Ben de "evet annecim" dedim kocaman gülümseyerek.. 
.

Çok büyük bir yük kalktı üzerimden sanki..
Komşumun güllerinin de etkisi var biraz..
Yani uyanan doğanın..
.
Sanki bugün daha bir hafifim..
.
.

2 Mayıs 2014 Cuma

Doyuyorum..



Elim ayağım titriyor iki gündür..
Tansiyonum düşüyor.
Midem bulanıyor..
İyi hissetmiyorum..
.
"Kendine bakmıyorsun, kilo vermişsin" diyorlar..
Vermedim aslında pek..
Almadım da..
Yiyorum..
Hem de normalde yemediğim kadar yiyorum..
Galiba..
.
Uzun zamandır sağlıklı beslenmeye dikkat ediyorum..
Tatlıdan, unlulardan, abur cuburdan uzak duruyorum..
Alıştım da.. Canım çekmiyor..
Ama sabahları kendime kahvaltı hazırlamak zor geldiği için puaça börek yemeye başladım şu ara..
Kendim için bir şey yapmaya üşenir oldum..
Üşenmek de değil de.. İstemez oldum..
Eskiden damağımı şaplata şaplata yediklerimi şimdi resmen çiğnemeden, yutarcasına yiyordum.
Tat alamıyorum...
Doyuyorum..
Doymak için yiyorum.
.
Kilo vermek için çırpındığım zamanlarda arada kaçamak yapmak için can atardım..
Mesela hamburger, patates kızartması.. Pizza.. Cips..
Yerdim bayıla bayıla, ertesi gün de tartıdan el sallardı bana yediklerim..

Bir gün, kaçamak yaparak yediğim hamburger ve patates kızartmasından hiç lezzet alamadım.. "Tadını bozmuşlar, bir daha yemem, diyeti bozduğuma değmedi" diye düşünmüştüm..
Ertesi sabah tartıya çıktığımda ne göreyim? Bir gram bile almamışım..
O gün çözmüştüm kendimi..
Tat alarak, keyifle yemediğim bir yemek bana yaramıyordu (!).
Defalarca daha böyle oldu..
.
Şimdi yiyorum yiyorum, hem de muhtemelen çok lezzetli şeyler yiyorum ama tat alamıyorum.
"Ağzımın tadı yok" ne demekmiş yeni anladım ben..
Yiyorum ama yaramıyor galiba..

"Daha da kilo vermişsin" diyorlar.. "Kendine bak biraz!"
Ben yiyorum, aslında kendime de bakıyorum ama galiba daha tam kendimde değilim..
.
Biraz daha zaman...