Benim evim..
Genç bir karı kocanın evi..
4 kişilik bir aile..
Karı, koca, bir çocuk ve bir bebek..
Ha, bir de kedi..
Kedi yaşlanmaya başlamış.. O da evin bir üyesi.. Hatta
aileden..
Can’la benim dışımda evimize gelen ilk canlı..
Sağlığı yerinde ama kediler fazla yaşamıyor sonuçta..
Ben kendimi Naz’ın kaybına hazırlamaya çalışıyorum…
Hatta bir çok kişi “ben hayvan besleyemiyorum, öldüklerinde
çok üzülüyorum” der.. Ama o güne kadar
yaşattıkları mutluluk, karşılıksız sevgi hissi her şeye değmez mi? Hayattan bu
kadar da kaçılmaz ki! Ya da üzüntüden..
Ben kendimi Naz’ın gidişine hazırlarken, -ki ona bile daha
çok var kafamda- bir sabah en büyük acıyla karşılaştım..
Kalbim öyle fena acıyor ki..
Gerçekten o ilk günlerdeki his değişiyor.. O günlerde
yaşanan acıyla, üzerinden 2 ay geçince yaşanan acı çok daha farklı oluyor..
Ama yüreğim sıkışıyor..
O ilk günlerdeki taptaze acı azalıyor da.. Ya özlem?
Gözlerimi kapatıp, Ecey’i hayal ettiğimde hissettiklerim bir gün
geçecek mi?
“Bir gün acı azalacak, biraz zaman..” diyebiliyordum ama “bu
özlem de bir gün bitecek” diyemiyorum..
.
İlk günlerde hemen
gidiversem kızımın arkasından, ölüm ne kadar da tatlı bir şeymiş aslında
diye düşünüyordum.. Aslında hala öyle düşünüyorum.. O içimde çok büyüttüğüm
ölüm korkusundan zerre kalmadı bende ama, normalleştiğimin
en büyük kanıtı sanırım “hemen ölmeyeyim, daha yaşayacaklarım var, daha Cem’i
büyüteceğim” diyebiliyor olmam..
O kadar karmaşık ki hislerim..
İki ayda toparladık kendimizi diye düşünmeye başlamışken şu
günlerde yerlerde sürünüyorum..
Doktorum 6 ay diyor.. Şok, inanamama, kabullenememe, özlem..
Hepsi sırayla yaşanacak.. İnsanlar yaşamış bunu.. Bu iş böyle olacak.. İlk 6 ay
çok zormuş..
Evet, şok geçti, olan bitene inandık, hatta zor da olsa
kabullendik.. Ama ya özlem?
Özlem dışındakilerin hepsi için zamanla geçecek
diyebiliyorken, özlem için diyemiyorum..
Özlemek ne demek?
Yine Ece sayesinde öğrendim.. Keşke gezmek için gittiği
yabancı bir memleketten döneceği günü iple çekerken özlem duysaydım, ya da
üniversite için başka bir şehre gittiğinde, ya da ne bileyim, mesleği gereği
ataması çıktığında, ya da uzaklara gelin gittiğinde..
Senede bir gün görebilseydim.. Ya da iki senede bir.. Üç
senede bir de olur.. Dört senede bir.. Beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on..
Birebir görme imkanımız olmasaydı da internetten görüntülü
konuşabilseydik.. O da olmuyorsa telefondan sesini duyabilseydik.. O da
olmuyorsa iki satır mektuplaşabilseydik..
Ama hiç biri olmuyor.. Olamayacak..
Hepsinden geçtim, rüyamda bile göremiyorum..
Göremiyorum…
Ya da görüp de hatırlayamıyorum…
.
Bizim evimiz..
Genç bir çiftin, biri daha bebek iki çocuklu evi..
Ve tabii bir de kedi..
Çok gücüme gitti, çok zor geldi..
Bizim evimiz cenaze evi olacak bir ev değildi..
Tanımadığımız insanlar taziyeye geldi..
Evde helva pişti, dağıtıldı..
O çok sevdiğim helva kokusu ruhumu acıttı..
Loğusa şerbetinin kokusu hiç gitmeseydi keşke..
O helva hiç pişmeseydi..
Keşke annecim, keşke..
"Ben gitmek istemiyorum" deseydin.. :(