Uzun zaman sonra uzun uzun anlatmak istedim..
Çünkü böyle günlerde insanın beyni durmuyor. Hatırlıyor da hatırlıyor..
Unuttuğunu bile fark etmediğin anlar canlanıyor, kafanda konuştukça konuşuyorsun.
Benim kafam ancak yazınca susuyor..
.
.
Bugün 21 Mart.. Ekinoks..
İlkbahar ekinoksu.
Gece ve gündüzün eşitliği..
Ece'nin gidişi..
.
.
Susmayan kafam durmadan çok basit anları hatırlatıyor bana..
Belki de pek anlatmadım diye onları dikiyor karşıma..
.
.
Ece kucağımda, çoktan melek olmuşken, bir umut hastaneye giderken anneme telefon açışım geliyor sahne sahne.. Dip dibe sitelerde oturuyorduk. Onların sokağının önünden geçerken aramıştım.. Sabah çok erken tabii.. "Hayır olsun inşallah" diye açmıştı telefonu. "Anne Ece öldü" deyivermiştim. Çıkıvermişti ağzımdan. Yakınız ya hemen gelsinler istemiştim.. Ama kalmazlar kalmazlar, bir gece önce şehir merkezindeki evde kalacakları tutmuştu.. Bir türlü gelememişlerdi.. Ya da belki de yarım saatte gelmişler miydi? Arada geçen zaman o kadar farklı ki her canlanan anıda..
.
.
Hastane kapısının önüne çıkartmışlardı beni.
Bankta oturup beklerken hemşirenin gelip önümde diz çöktüğünü, yüzüme bakıp ağladığını, o cümleyi kuramadığını hatırlıyorum.
"Öldü değil mi?" diye sormuştum..
Başını sallayabilmişti sadece, kocaman gözyaşları akıyordu yanağından..
O hemşirenin yüzünü hatırlamıyorum ama kendisini unutamıyorum.
.
.
Daha ben o banktan kalkamadan polisin geldiğini hatırlıyorum.
Başınız sağolsun (ama şimdi nasıl öldü bi hesap verin bakalım) derken hissettirdiği duyguyu unutamıyorum.
Sinirlendiğimi hatırlıyorum, hemşirenin polise işaretler yapıp beni içeriye götürdüğünü hatırlıyorum.
.
.
Yüzümün göz yaşlarım yüzünden çarşafsız naylon sedyeye yapıştığını hatırlıyorum..
Ağlayamamıştım hiç..
Hemşire ve doktorların fısır fısır "kadın şokta, sakinleştirici yapalım" dediklerini duyduğumu hatırlıyorum..
Yüzükoyun uzandığım sedyeden sakinleştirici iğneyi yedikten sonra kalkamadığımı hatırlıyorum..
Göz yaşlarımın durmadan aktığını..
Naylon sedyeye yüzümün yapıştığını, göz yaşlarımın göl olduğunu hatırlıyorum..
.
.
Annemler o sıralarda gelmişti.. Başkaları da vardı gelen ama kimler vardı hatırlamıyorum..
Babamın üstümdeki geceliğimi düzeltip ayağımdan kayıp düşen ev terliğimi geri giydirdiğini hatırlıyorum.
Oradan nasıl çıktım, hangi arabaya bindim, arkaya mı oturdum öne mi oturdum hiç hatırlamıyorum..
Eve kadar olan yolu, arabayı kimin kullandığını asla hatırlayamıyorum..
.
.
Kapıdan girip Cem'e ağlamadan sarılabildiğimi hatırlıyorum..
O kötü hissetmesin diye ağlamamı tutabildiğimi hatırlıyorum..
Üstümü ne zaman değiştirdim ya da ne giydim hatırlamıyorum...
.
.
Salondaki koltukta oturduğumu hatırlıyorum.
Bir anda kalkıp odasına gittiğimi, kapısını kapatıp, odayı sakın havalandırmayın dediğimi,
bir süre sonra kokusu da gidecek diye üzüldüğümü hatırlıyorum..
.
.
Yatamadığımı, kalkamadığımı, oturamadığımı hatırlıyorum..
Vücudumun huzursuzluğunu, onu sakinleştiremediğimi hatırlıyorum..
Tek yalnız kalabildiğim yer olan tuvalette uzun uzun aynaya bakıp kendime yabancılaştığımı hatırlıyorum..
.
.
Bahçede otururken kardeşimin geldiğini, kalkıp ona sarıldığımı, beni boynumdan öptüğünü hatırlıyorum..
.
.
Ön komşumun evdeki kalabalığı fark edip bana mesaj attığını, ona cevap olarak "Ece öldü" yazdığımı hatırlıyorum...
.
.
Cenaze günü ve saati belli olduktan sonra paylaşmam gerektiğinde ne yazacağımı bilemediğimi, yanımdaki kim olduğunu hatırlayamadığım birine "nasıl yazılır ki?" diye sorduğumu hatırlıyorum..
Yazarken bile "bir anne bunu nasıl yazabilir, nasıl paylaşabilir ki?" diye üzüldüğümü "beni kınayacaklar olacak" diye düşündüğümü de hatırlıyorum. Ne acımazsızca değil mi? İnsanların senin o sıralarda acıdan ölemeyip ya da baygın kalamayıp yerine getirmen gereken görevleri yapmaya çalışırken zar zor yazdığın bir metni paylaştığın için acımasızca kınamaları... Densizce anneliğini puanlamaları..
Hepsini hatırlıyorum..
Unutamıyorum ve affedemiyorum..
.
.
Cenaze günü Ildırı'daki camiinin ne kadar kalabalık olduğunu hatırlıyorum..
Hiç tanışmadığım ve bugün kim kimdi hatırlamadığım arkadaşlarımın geldiğini hatırlıyorum..
Duvar dibine çöküp oturduğumu hatırlıyorum..
Cenaze namazı sırasında hocanın "merhume" lafına içimden "o merhume değil, büyüklere öyle denir, o daha bebek" diye çığlık attığımı, sonra da dayanamayıp bayıldığımı hatırlıyorum..
Defnedilirken düşersin, bayılırsın diyerek kızımı son kez kucağıma almama izin vermediklerini hatırlıyorum...
.
.
Bunları yazıyorum ki artık kafamda dönüp durmayı bıraksınlar..
Ben güzel anılarla mutluyum..
Bugün kalanları eliyorum...
Mis kokan ayaklarını, tokaların kayıp düştüğü ipek saçlarını, salyalı salyalı öpücüklerini hatırlıyorum..
Bir tek onlar kalsın geriye istiyorum...
.
.
Hayat devam ediyor...
Böyle özel günler devam eden hayatımın duygu bakımından en karmaşık günleri oluyor..
.
.
Ben kendimi şanslı görüyorum...
Keşke bu şekilde olmasaydı tabii ama hayatın anlamını hep bir buçuk yaşında kalacak öğretmenimden 8 sene önce öğrenmeye başladım..
Acılarla yok olmanın bir seçim olduğunu, onlara takılıp kalmanın kalan hayatı dar etmekten başka bir şey olmadığını öğrendim.
Ölümün de doğum kadar normal ve özel olduğunu hissettim...
Ölümden korkardım çok, korkulmayacak bir şey olduğunu fark ettim.
.
.
Bu sabah çocuklarımı okula götürürken gözyaşlarım akıyordu..
İnsan tutamayabiliyor..
Fark edip sormasınlar, gözüme güneş kaçtı demek zorunda kalmayayım diye yol boyu burnumu çekmedim...
Bir yanım ağlarken diğer yanım Dino'nun resim dersi için gereken 25x35 tuvali almam gerektiğini düşünüyordu..
O anda bir ampul daha yandı..
.
.
Ben farklı duyguları aynı anda hayatıma kabul etmeyi de sevdim...
Kafamdaki zıt duyguların tangosunu izlemeyi sevdim...
Üzgün ve burukken kahkaha atabilmeyi, hayat devirse de kalkıp ona nanik yapabilmeyi seçtim...
Şu dakikalarda olduğu gibi katıla katıla ağlarken, aynı anda açılacak bir kargonun beni heyecanlandırmasını ya da hava kurutmalı fritözde omlet nasıl olur acaba diye düşündüğüm anı yakaladığımdaki tebessümümü sevdim..
Kızımı çok sevdim...
Benzettiğim için mi ki acaba bilmem, kendimi de sonradan çok sevdim...
.
.
Hepsi bir yana...
Gerçekten..
Çok özledim..