31 Aralık 2014 Çarşamba
Mutlu Yıllar
2 Aralık 2014 Salı
İzmir Gourmet Guide ve Bonjour Buluşması
17 Kasım 2014 Pazartesi
Bir Buruk Heyecan
.
.
Ece'ye hamileyken televizyonda oynayan bir reklam filmi vardı.. Süt ya da ayran.. Bir buzağının ayağı kayıyor, yere düşüyor..
Ne ağlardım..
Bir de şimdi düşünün..
.
Açık olmak lazım.. Bu hamilelik diğerleri gibi değil..
Mesela hayatım boyunca hayalini kurduğum bir hamilelik değil, ilk ikisi gibi..
Elbette istediğim bir hamilelik ama hayali kurulan değil.. Aradaki fark büyük..
.
Gariplik var..
Boynu büküklük var..
Korkular, kaygılar var.. Hem de fazlaca.. Ama yersiz ve gereksiz, anlatmayı başarabilirsem kendime..
Yıkılmış minik bir hayal var ki bu hayalin ne olduğunu tahmin etmek de zor değil..
.
Hamileliğin 25. haftası bitti bile..
Bu sefer çok farklı..
Mesela hızlı geçiyor ama sanki bitmesine de daha çok var..
Cem'i ve Ece'yi herkese haykırmak için zor dayanmışken ilk haftalarda, bu sefer fazlaca ruhsuz hissediyorum kendimi..
Bu hissi anlatması zor..
En güzel tarifi "burukluk".
Boynu bükük bir hamilelik bu seferki..
Evet, yerine koymak değil belki ama fazlaca üzüntüye teselli olması adına dünyaya getirilecek olan bir bebek..
Bazen bencillik gibi geliyor..
Ama zaten yaşanan her şey bencilce değil mi?
Üzüntüler de bencilce..
Mutluluklar da..
Ama bu seferki bencillik bize iyi gelecek..
Umarım gelecek..
.
Cemik çok mutlu..
"Artık gelsin kardeşim" diyor..
Bazen kardeşim diyor, bazen bebeğim.
Bu sefer daha bile iyi bir abi olacak kesin.. Küçülen kıyafetleri için "bunu artık kardeşim giyer" diyor mesela.. Bazı oyuncakları ayırıyor..
Oyun odasına çevirdiğimiz Ece'nin odasını kardeşine (geri) vermeye gönüllü mesela..
Gelenin "yeni bir kardeş" olduğunu da biliyor..
.
Ece'yi sanki unuttu gibi geliyor bana..
Hatta unuttu, galibası fazla..
Açık açık soramıyorum tabii ama hissedebiliyorum..
Keşke unutmasaydı..
Keşke Ece'den bahsedebilseydik onunla..
.
Ben ne yapıyorum peki?
Hiç..
Bazı bazı sıkıntım oluyor, fiziksel sıkıntı ruhsal sıkıntıyla birleşiyor.. Uykusuz geceler altından kalkılmaz hale geliyor..
Bir taraftan günlük heyecanlarla şafak attırmaya çalışırken, diğer yandan yaşam enerjimi çeken şeylerle baş etmeye çalışıyorum..
Bir de yeni bir psikolog.. 3. sanırım.. Bu sefer sadece sohbetli terapi değil, bir tedavi de deniyoruz.. Daha doğrusu deneyeceğiz..
İlaç kullanamıyorum tabii..
Aslında ilk zamanlarda bir süredir de kullandığım antidepresanın çok faydasını görüyordum ama hamilelik işin içine girince onu da bırakmak zorunda kalmıştım.. Sigara da kullanıyordum, onu da bir günde bırakınca sinirlerim iyice yıprandı..
Ama bencillik ediyoruz ya kendi mutluluğumuz için, fedakarlık da lazım biraz. Şikayet etmiyorum da, azıcık yakınıyorum..
.
İtiraf ediyorum..
Çok istedim bir kızım daha olsun diye.. Gecelerce dua ettim, hem uzun ömürlü olsun, hem de kız olsun diye..
Olmadı.. Erkek geliyor..
Inşallah uzun ömürlü olur, bir daha hayat bize böylesine bir acıyı yaşatmaz..
Aslında onu da düşündük bebek kararı almadan önce..
"Ya bir daha olursa?"
Korkunun ecele faydası yok demiştim ya, öyle gerçekten.. Ve evet, başa gelen çekiliyor..
Bu ihtimali düşünmek bile istemiyorum ama baş kaygımın bu olduğunu tahmin etmek zor değil..
Olursa da yaşayacağız.. Nasıl ki hala daha aklımın almadığı, olduğuna inanamadığım bu olay yaşandıysa, ve sonrasında da hayat devam ediyorsa yine öyle olur..
.
Tüm bunların dışında...
Bekliyorum..
.
Kış gelsin de, bu buruk heyecan alsın beni benden..
Yarım da olsa...
Tekrar mutluluk dolsun evimize..
22 Ekim 2014 Çarşamba
Gidelim Gömelim VOL 16: Çeşme Alaçatı Kuytu Restaurant
.
11 Ekim 2014 Cumartesi
Nefes Alamıyorum
Can bana diyor ki "boşver, bizim derdimiz bize yeter". Olmuyor ama.. İnsanın sinirleri bozuk olduğunda tahammül sınırları da çok düşük oluyor..
Bir müşteri, ağlatacak kadar sinirlerimi bozabiliyor.. Ya da yoldan geçen biri, müşteri hizmetlerindeki kadının ukala tavrı, çok basit bir olay, önceden bir şekilde sindirebildiğim haksızlıklar...
Esas eskiden boşverip geçebiliyordum, artık yapamıyorum..
İşe gitmiyorum çünkü ne densiz insanlara ne de üst üste yapılan hatalara tahammülüm var...
Yetmezmiş gibi hala daha başkalarının yaptığı hataları temizlemeye çalışıyorum.. Uğraşmak zorunda kalıyorum..
İşe gitmiyorum da ne oluyor? Evde ne var?
Elim hiçbir şeye gitmiyor.. Televizyon desen, sinir düşmanı.. Bence bütün gündüz programları kaldırılmalı.. Birbirinden basit insanları birbirine düşürmek için hazırlanmış programlar yasaklanmalı!
İnternette de vakit geçmiyor.. Facebookla zaten uzun zamandır işim olmuyordu da, instagramdan da soğudum artık.. Bir insan nasıl anında tavır değiştirebiliyor? Canımlı cicimli attığı yoruma cep telefonunu yazanın mesajını sırf onun iyiliği için siliyorum, sırf abuk subuk insanların eline geçmesin, rahatsız edilmesin diye, benim bir mesaj atmama fırsat vermeyecek kadar kısa bir sürede neden mesajını sildiğime dair bana hesap soruyor, hakkımda ne kadar yanlış düşündüğüne dair dem vuruyor.. Bir durup düşünmüyor neden bu kız abuk subuk atılan yüzlerce mesajdan birini bile silmedi de benimkini sildi diye..
Hayattan soğudum.. Stresten, insanlardan uzak kalmak maalesef elde değil.. Ama benim bunlarla savaşacak gücüm yok..
Yürek yangını mı dersin, ciğere düşen ateş mi bilmem.. Ama canımın acısı çok.. Biliyorum elbette beterin beteri var, beterin beterini yaşayanlar var.. Ama ateş de düştüğü yeri yakıyor..
Hergün inatla tutunmaya çalıştığım dallar teker teker kırılıyor.. İnançlarım sarsılıyor.. Aksilikler üst üste geliyor..
Hem basıp gitmek istiyorum buralardan çookk uzaklara, yepyeni bir hayat kurmak, hem de aradığım yalnızlığın içinde boğulup yok olmaktan korkuyorum..
Belki acım henüz taze ondan mı böyleyim? Ama hep hayatında hedefler koyan ben, bir tek hedefim yok geleceğe dair..
Bundan sonra hayat benim için "çile doldurmak" mı?" "Kendini koyverme, çık evden" diyorlar.. Ne yapayım? Nereye çıkayım? Deli gibi sokaklarda mı dolaşayım?
Çare bulamıyorum kendime.. Maalesef zamanın da iyi geldiğini düşünmüyorum artık..
Dışardan baksan sanki bunların hiç biri yaşanmamış gibi.. Kimse yakıştırmaz, yakıştıramaz bana.. Bu yüzden zaten "kızını kaybeden biri varmış...." diye bana sormaları... "O benim" demek kolay mı?
İnsanların yüzündeki acıma hissi..
Hem kimse bana acımasın istiyorum hem de herkes yangınımı bilsin, ona göre davransın, kırmasın, dökmesin..
Kimse bana acımasın istiyorum ama ben kendim acıyorum kendime.. Yazık bana.. Nasıl da altüst oldu hayatım.. Nasıl da mutluydum... Nasıl da "tam"dım...
Şimdi eksiğim...
Zehrum bana diyor "birşey söyle bana yapayım!"
Keşke bilsem... Kızımı geri istiyorum.. Olmayacağını biliyorum.. Artık yapacak hiçbir şey olmadığını...
Bir açıklama istiyorum, geçerli bir açıklama, bilimsel bir açıklama... Net bişey.. Yok..
Rüyamda görmek istiyorum.. O da olmuyor..
Yüreğimdeki ve beynimdeki yangın sönsün istiyorum, o da olmuyor.. Azalmıyor da...
Eski "ben" olmak istiyorum.. Eski "ben"i istiyorum.. Geri gelemeyeceğimi biliyorum...
Korkularımın, endişelerimin bitmesini istiyorum... Kabusların, rüyalarımda sebep aramaların bitmesini istiyorum..
Bir tek günü ağlamadan geçirmek istiyorum..
İnanmaya çalıştıklarımın gerçek olmasını umud ediyorum... Kanıtı olmayanların, bir gün bende kanıtlanmasını diliyorum... Senelerin çabuk geçmesini, hiç inancım kalmasa da mutluluğun bana tekrar uğramasını istiyorum..
İnsan hep kendisini ana-babasının, büyükanne-büyükbabalarının ölümüne hazırlıyor.. Ama sapasağlam evladının bir günde yok oluşuna... Hiç aklıma gelir miydi?
Hiç tahmin edebilir miydim kızımın kıyamadığım eşyalarını bir ömür boyu kimselere veremeyip saklayacağımı? Her denk geldiğimde nefesim yettiğince kokularını içime çekip, kalmamış kızımın kokusu diye üzüleceğimi.. Büyüdüğünü hiç göremeyeceğimi bildiğim için kavrulacağımı... Saçlarını öremeyeceğimi.. İlk kez okula gidişini göremeyeceğimi... Annecim dediğini duyamayacağımı... Şarkı söylemeyi sevip sevmeyeceğini hiçbir zaman bilemeyeceğimi... Abisinin onu erkek arkadaşlarından kıskanıp kısmanmayacağını... İlk platonik aşkının nasıl biri olacağını... Boyunun kaç santim olacağını hiçbir zaman öğrenemeyeceğimi tahmin edebilir miydim? Aklıma gelir miydi? Bu fikre kendimi hazırlayabilir miydim?
Sudan çıkmış balık gibiyim şimdi.. Nefes alamıyorum...
Ah annecim.... Ah...
1 Ekim 2014 Çarşamba
Cinayet Masa
İki haftadır kendi telefonum kronik bir bozukluk yüzünden tamirde ve ben Can'ın eski telefonunu kullanıyorum. Numaralarım vs hiçbiri yok bu telefonda ayrıca da kulaklığı da bozuk olduğu için konuşması bir işkence.. Neyse konuyu biraz dağıttım ama bu sabah ev telefonu çalınca pek de şaşırmadım, kendi telefonum bozuk diye annem evden arıyordur diye düşündüm...
Telefonu açtım..
.
Fonda gürültü, kalabalık..
Türkçesi oldukça bozuk, devrik cümlelerle yaşamını sürdüren bir adam arada gluglu sesleri eşiğinde "Merhaba Hanfendi, Ben Urla Merkez Karakolu Asayiş Şube Cinayet Masadan Komiser Ahmet. Kiminle görüşüyorum?"
"Siz kimi aramıştınız memur Bey?"
"Ben bu numaranın sahibiyle görüşecektim, telefonu da siz açtınız.."
"Evet? Mesele neydi?"
"İşte sizin ev telefonunuz **** mi? İnternet kullanıyor musunuz?"
"Tam olarak ne öğrenmek istediğinizi anlayamadım?"
"İşte bir ihbar var da, şikayet var bu numarayla ilgili.."
"Cinayet masasının benim telefonumla nasıl bir alakası olabilir anlayamadım?"
"Hee şey.. Bir dakka.. (saçmaladığını anlar ve birine seslenir) Başkomserim!!!"
Ve fonda polis telsizi roger beepleri..
Telefonu daha bi ağır abi alır eline, azarlarcasına bir ses tonu..
"Hanfendi ben Urla Karakolundan Başkomser Hüseyin"
"Buyrun?"
"Senin ana adın şu mu? Baba adın bu mu? TC.Kimlik numaran bu! Adres: Aksoy Mahallesi.. "
"Evet nedir mesele?
"Ne meselesi! Doğru konuş benimle!" (Başkomiserler hep agresif olur, aksi olur ya ondan herhalde.."
"Beyfendi ne istediğinizi anlasam?"
"Glugluglgulgu" (Anlamıyorum ne söylediğini)
"Başkomserim alamadım ben az önce adınızı soyadınızı bir daha söyler misiniz?
"İşte hep böyle oros.ular yüzünden glugluglu.."
"Anlamadım ne dediniz!!?????"
Çat... Dıt dıt dıt..
Ve telefon kapanır..
Telefonu kapatır kapatmaz 155'i arayıp durumu anlattım.. Telefondaki memur böyle bir uygulama olmadığını, ayrıca asla vatandaşla hakaret içerecek şekilde konuşmalarının mümkün olmadığını, muhtemelen dolandırıcı olduklarını, hakaret ve dolandırıcılıkla ilgili şikayette bulunabileceğimi söyledi.. Bütün kimlik bilgilerimden nasıl haberdar olduklarını sorduğumda da "11880'i aradığınızda her türlü bilgiye ulaşabiliyorsunuz" dedi..
Telefonu kapattıktan sonra bir de Urla Karakolunu arayıp Asayiş Şube Cinayet Masasından Hüseyin Başkomiser'i istedim.. Telefondaki memur öyle bir Başkomiser olmadığını ve hatta cinayet masasının da bulunmadığını söyledi.. Durumu anlatınca benim bulunduğum bölgeye Jandarmanın baktığını, dilersem şikayette bulunabileceğimi, onların gerekli araştırmayı da yapacağını söyledi..
İşin özü: Ben yemedim.. Ama çok rahat insan kandırabilirler.. Telefondaki baskı çok kuvvetliydi.. Adam küfredip telefonu kapatmasa, ben polisten çekinecek bir durumda ya da korkan biri olsam, sürekli dolandırıcıklarla ilgili haberleri görme fırsatı olmayan biri olsam sonucu çok daha farklı olabilirdi.
Hayır tüm bunlar olabilirdi de!! Benim tüm bu kimlik bilgilerimi 118li numaraların vermeye ne hakkı var arkadaş? Resmen dolandırıcılara çanak tutuyorlar..
118li numaraların bigilerimi elaleme dağıtmasını engellemek için ne yapabiliriz araştıracağım..
Bu konuda bilgisi olan var mı?
24 Eylül 2014 Çarşamba
Kız
Hayır...
Bir rüyayı yaşadım ben.. Hayalini kurduğum dünya benimdi.. Bir zamanlar..
.
Bir çocuktum ben.. Mutlu..
Bayram sabahıymışcasına özenle giydirilmiş.. Saçları iki yandan at kuyruğu...
Mutlu...
Gözleri ışıl ışıl.. Yanakları pespembe.. Heyecanlı..
Elinde kocaman, hayallere sığmaz güzellikte, rengarenk bir lolipop..
Bütün çocukların hayali..Çok azının sahip olabileceği...
Öylesine güzel ki.. Isıramazsın.. Bitmesin diye bakarsın..
Kıyamazsın yemeye..
Bir eşi daha yok..
.
Kızın elinde kocaman rengarenk bir lolipop...
Jelatini açılmış...
Kokusu mis..
Onun..
O kız çocuğunun...
.
Götürmüş yavaşça ağzına.. Değdirmiş dilini..
O nasıl bir tat! Nasıl bir lezzet!
Başı dönmüş.. Kahkahalar atmış..
Gülümsemesi doldurmuş küçücük dünyasını..
Öylesine mutluymuş..
.
Birden biri gelmiş yanına..
Almış lolipopunu elinden...
Hiçbir şey yapamamış çocuk.. "Alma" bile diyememiş...
Gözleri dolmuş..
Bakakalmış...
"Geri ver" demiş umutsuzca..
Vermemiş...
Yalvarmış...
Vermemiş..
Ağlamaya başlamış..
"N'olursun ver, al bütün oyuncaklarım senin olsun.."
Vermemiş...
Yalvarmış...
Ağlamış...
.
Çok üzülmüş çocuk...
Saçları çözülmüş... Elbisesi solmuş..
"Neden aldın lolipopumu?" diye sormuş..
Yanıt alamamış...
Küçücük dünyası kararmış..
Yalnız kalmış..
Korkmuş..
Kapatmış sımsıkı gözlerini..
Açmak istememiş..
.
Kimse birşey yapamamış..
Çare olamamış..
O kız bunu hak etmemiş..
.
Lolipopun kokusu burnunda, tadı damağında kalmış...
.
.
Önce saçları çözülmüş.. Sonra elbisesi solmuş..
O kız çocuğu ölmüş...
.
.
.
15 Ağustos 2014 Cuma
Gidelim Gömelim VOL 15: Beğendik Abi ve Alaçatı Kaybolan Lezzetler Festivali
24 Temmuz 2014 Perşembe
Çook Eskisi Gibi..
15 Temmuz 2014 Salı
Kalabalıkta Yalnız Kalmak da Bir Marifet
"Ece Öldü!"
O sabah Ece'yi yatağında öyle bulduğumda, yakından bakma, seslenme, dürtme gereksinimi duymadım.. İnsan nasıl emin olabilir uzaktan bir bakışta evladının öldüğünden? Üstelik de yüzü bana dönük bile değilken.. Nasıl olur da şüphe duymaz? Nasıl olur da emin olmak istemez? Ya da nasıl bu kadar kesin konuşur? O cümleyi nasıl kurar? Nasıl yakıştırır ölüm kelimesini?
Beynim ağrıyor.. Ne unutmak istiyorum o sabahı, ne de hatırlamak.. Silmek istemiyorum yaşadığım hiçbir şeyi..
Can koşup gelip de Ece'yi yataktan aldığında emin olmak istedim..
Şoktaydım.. Şok ne demek ben çok iyi biliyorum.. Gerçekten insana bir hal geliyor.. Boş bir insan oluyorsun.. Hissiz..
Yüzüne eğildim.. Gözleri çok hafif aralıktı.. Bir an öyle mutlu oldum ki.. "Gözlerini açıyor galiba!" dedim.. "Hayır" diye bağırdı Can.. "Hayır açmıyor" mu demek istedi o sırada, yoksa olan bitene mi inanamıyordu bilmiyorum.. Ama ben biliyordum, açmıyordu gözlerini.. Ece ölmüştü, hem de çoktan..
Evde, Cem'in gözlerinin önünde yapamazdım da.. Neden hastanede kendimi yerden yere atarak ağlamadım? Nasıl çıkacak bu acı benden bilmiyorum.. Neden bir şeyleri fırlatıp kırmıyorum? Mesela şu bilgisayarı fırlatıversem yere, paramparça olsa, zıplasam üzerinde, kırsam parçalasam, o duvardan bu duvara fırlatsam defalarca... Zaten deli ediyor beni di mi? Takılıp duruyor, sıcaktan pat diye kapanıyor, yavaşladı iyice, gözden çıkardım.. Ama yapamam.. Çünkü bu ben değilim.. Yapabilsem rahatlarım belki.. Ama yapamıyorum... Hakkım ama, acımdan deliremiyorum bile.. "Acıdan deliye döndüm" diyemiyorum.. Allah'ın sabrını vermesi böyle bir şey mi? Elimde olmayan bir sabır.. Beni bile bazı bazı şaşırtan.. "Dayanamıyorum, yapamayacağım" dediğim anlar yok mu? Var.. Az..
Ama tahammülsüzüm çok.. Aptal saptal laflara, boş konuşmalara, hayattan şikayet edenlere, basit hastalıklar yüzünden bana ağlaşanlara, gereksiz muhabbetlere, saçma sapan sorulara, gereksiz ısrarlara, abartmalara hiç ama hiç tahammülüm yok.. Yok..
Bana diyorlar ki "Gün gelecek, Ece'den tebessümle, neşeyle, güzel anılarla bahsedeceksiniz". Ama bana öyle olmayacakmış gibi geliyor.. Can bana "Ece ne güzel koşardı şurada.." diyebilecek mi? "Nasıl da dans ederdi, nasıl da sarılırdı bacaklarıma kapıdan girince, nasıl sulu sulu öperdi.." Diyemeyecek gibi geliyor.. Halbuki ben sadece onunla konuşmak istiyorum Ece hakkında.. Bir de Cem'le.. Onu nasıl özlediğimizi konuşmak istiyorum.. Fotoğraflarına beraber bakmak istiyorum.. Anmak istiyorum, bahsetmek, yad etmek istiyorum.. Ben bunları sadece onlarla yapmak istiyorum.. Başkalarıyla değil.. Belki de bu yüzden bu kadar kalabalığın içinde kendimi yalnız hissediyorum..
Dün sabah, komşumuzu ziyarete gittik hastaneye.. Serum damar yolundan çıkmış, deri altına gitmiş.. Kolu şişmiş.. Görür görmez "Ece'nin de olmuştu, hani havale geçirdiğinde hastanede kalmıştık ya bir gece, işte orada onun da serumu deri altına gitmişti ve kolu şişmişti. Ama ben hemen fark etmiştim. Kıyamam.. " demek istedim.. Ama galiba sadece kendim duyabildim "Ece'nin de olmuştu" dediğimi.. Devamını da getiremedim zaten..
Mutluluk dilimin ucunda.. Bir adım ötemde.. Sanki.. Ama ulaşamıyorum..
Mesele kabul etmekte.. Ettim etmesine, hem de ilk anda.. Ama devamını getiremiyorum.. Getirmek de istemiyorum..
"Sakın yaşadığın mutlu anlardan pişmanlık duyma" diyorlar.. Duymuyorum.. Mutluluk bizim hakkımız ama mutlu olduğum her anda Ece düşüyor aklıma.. Çünkü yanımda istiyorum onu.. Nasıl ki en mutlu anlarımda Can ve Cem yanımdaysa, kızım da yanımda olsun istiyorum..
.
Anlatamam..
2 Temmuz 2014 Çarşamba
Tüm bunlara daha çoook var
Ama geçen gün şöyle dedim..
Neden?
.
Her günüme şükrederken ben, çocuklarıma her bakışımda "şükürler olsun" derken, neden?
Neden Ece bu kadar büyümüşken?
Sapasağlam, yanakları pespembe, tombik tombik kahkahalarla etrafta dolanırken?
Yemeğini iştahla yerken, banyo yapmaktan keyif alırken, abisiyle saatlerce oyun oynamaya başlamışken?
Neden diyorum? İsyan etmiyorum da, sadece merak ediyorum sebebini..
Biri gelsin bana desin ki.. Şu, şu, şu yüzden Ece'nin gitmesi gerekiyordu. Şu, şu, şu yüzden de bu kadar büyüdükten sonra bunun olması gerekiyordu..
.
Rüyamda neden göremiyorum diyorum..
Hani ruhlar hep bizi izler, görürlermiş ya.. Ben hiç öyle hissetmiyorum.. Ece hiç yok yanımda.. İzlemiyor beni..
Öyle derinden bir his bana diyor ki; Ece'nin bu dünyayla işi tamamen bitti.. Onun buralarda işi yok artık..
Maillerden, yorumlardan okuyorum..
Hocalara soruyorlarmış, "akrabam vefaat etti, çok severdim, neden hiç rüyamda görmüyorum?" diye.. Hoca da diyormuş ki "sen huzurlusun da ondan".
Belki de doğru.. Huzurluyum gerçekten.. Ece'den yana hiç şüphe yok içimde.. Onun mutlu olduğunu biliyorum.. Aklım Ece'de değil çünkü o emanet edebileceğim en güvenli yerde.. Etrafında en ufak bir tehlike yok.. Değil kötü insanlar, ayağının takılacağı bir taş bile yok belkide.. Ya da düşse bile dizi kanamayacak biliyorum.. Ondan yana bu kadar huzurluyum diye mi gelmiyor rüyama?
Ama haksızlık bu.. Bu bana ödül değil, ceza olabilir ancak..
Çok özledim.. Anlatamam.. Hakkım benim, rüyamda görmek..
.
Her gün karanlık sanki bana artık..
Öyle zor geliyor ki her şey..
Keşke düşüncelerimi de gömebilseydim o toprağa Ece'yle birlikte..
Hem bir yandan içim rahat, biliyorum Ece'nin bir ihmal yüzünden gitmediğini ama işte nasıl bi psikolojiyse, sürekli bir pişmanlık arıyorum kendimde..
Keşke diyorum mesela, gitseydim kızımı yıkamaya.. Son kez yıkasaydım.. Keşke yapsaydım bunu..
Öyle kızıyorum ki kendime, madem gitmedim yıkamaya, neden son bir kez sarılmadım sıkı sıkı mezara koymadan önce kızımı? Neden yapmadım neden? Alnına minicik bir öpücük kondurabildim sadece..
Etrafımdakiler düşürürüm sandılar, tamamen bırakmadılar bana.. Düşürmezdim ben kızımı.. Keşke son bir kez sımsıkı sarılabilseydim ona mezara girmeden önce..
Mesela öyle pişmanım ki üzerine toprağı kürekle attığım için.. Neden avuçlarımla dökmedim ben o toprağı üzerine? Neden?
Hatta belki çok saçma ama, onu gömerlerken çok istedim sevdiği ninniyi son kez ona söylemeyi.. Ama yapmadım.. Öyle pişmanım ki yapmadığım için.. Neden yapmadım neden? Belki o an benim içimden gelen, onun da istediği şeydi.. Öyle pişmanım ki son kez ona ninnisini söylemediğime..
.
Tekrar geri geldi o günler..
Her gün, her an, her saniye Ece aklımda.. Onu o sabah bulduğum haliyle..
Her şey iyiye giderken neden geri sarmaya başladım şimdi?
Bazı geceler dua ediyorum.. "Hadi Allah'ım beni de al yanına, hemen şimdi al" diyorum.. Madem diğer hayatımızda, burada yaşadığımız hayat bir göz açıp kapayıncaya kadar kısa.. Kavuşayım ben kızıma hemen şimdi, sonra gözümü bir açıp kapatayım, gelsin sevdiğim herkes yanıma..
Gelsin madem hadi dünyanın sonu, bitsin bi çile, bu işkence.. Kavuşsun herkes sevdiğine, sonsuza kadar..
Herkes ilahi adalete kavuşsun, gerçekten hak ettiğini yaşasın bundan sonra..
Kötülük diye bir şey olmasın, hırs, fesatlık, iki yüzlülük olmasın o hayatta..
.
Ama yine o içimdeki çok şiddetli his, tüm bunlara daha çoook var diyor..
.
Allah'ım sen bana yardım et...
.
26 Haziran 2014 Perşembe
Büyük Büyük Konuşmak İstiyorum...
18 Haziran 2014 Çarşamba
Yorumuma Maruz Kalan Kabak Sugatosu
16 Haziran 2014 Pazartesi
Başım Ağrıyor
13 Haziran 2014 Cuma
İçimdeki Çocuk
Deniz... Canım arkadaşım.. Öyle iyi, öyle içten ki..
Bana en çok destek olanlardan biri.. Sadece biri ama, beni en iyi anlayan o...
Deniz ve birkaç arkadaşı çok güzel bir işe imza attılar bir süre önce..
Çocuklar için..
Çocuklar mutlu olsunlar diye..
.
Ecey ördeğim buralardan gittiğinde o kadar çok mail ve tanımadığım numaralardan o kadar çok telefon aldım ki.. Maddi manevi yardım etmek isteyen insanlardan.. İyi kalpli insanlardan..
Ece için dikilmiş fidanların fotoğrafları geldi, Ece adına yapılan hayırları duydum..
Benim için o kadar değerliler ki.. Hepsi yerini buldu biliyorum..
Bakın ne diyorlar:
"Çocukların en temel hakkının, çocukluklarını yaşama hakkı olduğuna inanan bir grup yakın arkadaşın, çocuklar için yapmak istedikleri çalışmaları bir çatı altında toplama fikriyle başladı herşey. Birlikteliğimizin bizi güçlendireceğine inandık ve aynı resmin bir parçası olmak için bir araya geldik. Çocuklarımızın karşı karşıya kaldığı maddi, manevi, eğitimsel ve sağlıksal sorunların farkına vardığımızdan beri içimizi kemiren bu problemlere, yetebildiğimiz kadar çözüm olmak istiyoruz. Yakınlarımızda bir çocuğun hayat şartlarını iyileştirmekle bile, yaşadığımız dünyanın daha güzel olcağını biliyoruz.
Yarınlarımızda aydınlık, gülen yüzler görmenin ön koşulu, bugün çocuklarımızı hak ettikleri hayata biraz daha yaklaştırabilmekten geçiyor. Çocuklarımızın minik kalplerine, sevgi, sağduyu, hoşgörü, barış, farklı düşünce ve inançlara saygı tohumlarının ekildiği, sağlıklı ve mutlu yarınlarda beraber yaşayabilmek amacıyla kurduğumuz derneğimizin, sizlerin desteği ve emekleriyle çığ gibi büyüyeceğine inanıyoruz."
www.icimdekicocuk.org adresinden daha fazlasına ulaşabilirsiniz...
.
.
Biliyorum ki blogum daha fazla kişiye ulaşıyor artık..
Tüm bunlara kızım vesile biliyorum... ❤️ Sizden gelecek yardımlarla çocukların mutlu olmasına vesile olacağı gibi...
11 Haziran 2014 Çarşamba
Ben de tam kitap okuyacaktım....
Kitap okumak kafa dağıtır mı?
Eğer işlerden yorulmuşsam, canım basit bir şeye sıkılmışsa evet..
Ama şu günlerde kitap okumak bana daha farklı hissettiriyor..
.
Tam hikayeye dalmışken, bir anda gözümün önüne Ece geliyor.. "Nereden geldi şimdi aklıma!" diye düşünüyorum.. Geriye dönüp satırları tekrar okuyorum.. Aynı şey oluyor.. Ama satılarda bana onu hatırlatacak hiçbir şey yok.. Bazen olur ya insana, bacaklarımda ani bir soğuma ve karıncalanma hissediyorum..
Kovalıyorum bu hissi çünkü iyi gelmiyor.. İyi gelmeyen Ece'yi düşünmek değil, aniden gelen o his..
.
Ece'nin fotoğraflarını bastırdım.. Bütün arşivimi aldım önüme ve en sevdiğim fotoğraflarını bastırdım.. Tabii Cemik'in de fotoğraflarından bastırdım..
"Neden bunu kendine yapıyorsun, üzüleceksin" diyorlar.. Belki haklılar ama sanki yapmasam rahat uykuya dalacağım geceler biraz daha zor gelecekmiş geliyor..
İçimden gelen, her yere onun da fotoğraflarını koyabilmek.. Ama yapamıyorum işte.. Elim kolum bağlı.. Sadece ben olsam, tek başıma kalkmaya çalışıyor olsam bu acının altından, öyle yapardım.. En güleç, en güzel fotoğraflarını koyardım etrafa.. Onu en güzel haliyle hatırlayabilmek için.. Hem belki o zaman daha az gelirdi bana, aniden kendini hissettiren, bacaklarımı uyuşturan, buz kestiren özlem hissi..
Ama yapamıyorum... Cemik için, Can için yapamıyorum..
Belki de bir gün olur.. Ailecek çekilmiş bir kaç fotoğraftan birini, güzel bir çerçeveyle koridora asabilirim.. Belki bir, belki iki sene sonra.. Ne kendim unutmak istiyorum Ece'nin yüzünü, ne de Cemik'in ve Can'ın unutmasını...
Unutulur mu ki? İnsan dolu dolu bir buçuk senesini geçirdiği evladının yüzünü unutabilir mi, hiç görmese bile?
Unutur.. Çünkü insan beyni en ağır acıları kaldırabilecek kuvvette tasarlanmış.. Siliyor sana çaktırmadan.. Düşündüm dün. Zamanında canımı çok sıkan, söyledikleri yüzünden gecelerce uyuyamadığım, kalbimi çok kıran birinin bana söylediklerini hatırlamaya çalıştım.. Hatırlayamadım.. Zoladım kendimi, hatırlayamadım.. "Kötü şeyler söylemişti işte!" O kadarını biliyorum...
Nasıl ki Ece'nin gittiği ilk günlerde gözümün önüne sürekli onu bulduğum an geliyorduysa, ve benim hafızamdan o an nasıl ki yavaş yavaş silinmeye başladıysa, bir gün kızımın yüzü de gidebilir gözlerimin ömünden.. Yavaş yavaş, bana çaktırmadan...
İşte bunu hissetmeye başladığım an, asarım kızımın en sevdiğim fotoğrafını duvara.. Belki göz üstü bir yer olmaz ama, benim görebileceğim bir yer olur..
.
Özlem... Ne acayip...
Şimdi biri bana gelip de "çok özledim seni" dediğinde bir duruyorum.. "Özlemek" ne kadar da çok anlamlıymış meğer..
.
.
Aşırı çaba sarf ediyorum şu ara.. Elimden gelenin bile katbe kat üstünde çaba sarf ediyorum..
Tekrar sosyalleşmeye çalışıyorum.. Hem sanal, hem gerçek...
Kimseye "hayır" demiyorum.. Yapılan programlar -kabul ettiğim an canım hiç istemese de- bana iyi geliyor..
.
Asla evhamlı bir anne olmayacağımın sözünü ilk anne olduğum zaman vermiştim ben kendime.. Olmadım da.. Bundan sonra da olmayacağım... Tedbirliyimdir ama evhamlı değilim..
Kızıyorum... Yaşananların üstüne, ben mantığımı koruyabilip, çocuğumu sıkmadan, yormadan, üzerine baskı kurmadan, aşırı evham yapmadan ya da aşırı ilgiye boğmadan büyütmeye devam etmeye çalışıyorken, tüm bunları benim yerime yaptıklarında kızıyorum...
Kimse, hiç kimse bu dünyada, Cem'i benden iyi bilemez.. Hiçbir şeyini... Söylediği basit bir cümlede bambaşka anlamlar yattığını anlayamaz... Bazen "anne uykum geldi" dediğinde, "ayy çocuğun uykusu gelmiş, öğlen düzgün uyumadı kesin, ayy ya da hasta mı oluyor acaba?" diyenlerin "anne benim enerjim bitti, hadi beni gıdıkla, öp de benzinim dolsun" demek ve aslında oyun oynamak istediğini bana aramızdaki özel dille anlatmak istediğini anlamadıkları gibi..
.
Hava tekrar ısındı..
Canım sıkkın da olsa, bu hava iyi gelecek bence..
.
Ne diyordum?
Kitap okumak insanın kafasını dağıtır mı?
Dağıtır.. Bir an bilinç altındaki uzak yerlere de götürebilir ama... Acı ya da tatlı, kafa dağıtır...
Ben de tam kitap okuyacaktım...